YABANCI MÜŞTERİDEN TAHSİL EDİLEMEYEN ALACAK İÇİN KARŞILIK AYRILABİLİR

Yabancı ülkede mukim müşteriden tahsil edilemeyen alacak için Türk mahkemelerinde dava açılması durumunda şüpheli alacak karşılığı ayrılıp ayrılamayacağına ilişkin tereddütler oluşmaktadır. Aşağıda konuya ilişkin açıklamalarımıza yer verilmiştir.
213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun (VUK) 323’üncü maddesi uyarınca bir alacağa şüpheli alacak karşılığı ayrılabilmesi için alacağın aşağıdaki koşulları sağlaması gereklidir.
1. Alacak ticari ve zirai kazancın elde edilmesi ve sürdürülmesi ile ilgili olmalıdır. Alacağın ticari ve zirai kazancın elde edilmesi ve sürdürülmesi ile ilgili olması şüpheli alacak karşılığı ayrılabilmesi için temel koşuldur.
2. Alacak tahakkuk etmiş olmalıdır. Şüpheli hale gelen bir alacaktan söz edilmesi için her şeyden önce, ortada tahakkuk etmiş bir alacağın olması gerekir.
3. Bilanço usulünde defter tutulmuş olması gerekir. Şüpheli alacaklar için pasifte karşılık ayrılacağından, şüpheli alacak karşılığı uygulaması sadece bilanço usulünde defter tutan mükellefler için söz konusu olabilecektir.
4. Alacak ya dava veya icra safhasında bulunmalı ya da yapılan protestoya veya yazı ile bir defadan fazla istenilmesine rağmen ödenmeyen dava ve icra takibine değmeyecek derecede küçük alacaklardan olmalıdır.
5. Alacak teminatsız olmalıdır.
VUK’un vergi kanunlarının uygulanmasına ilişkin 3/A maddesine göre, vergi kanunları lafzı ve ruhu ile hüküm ifade eder. Lafzın açık olmadığı hallerde vergi kanunlarının hükümleri, konuluşundaki maksat, hükümlerin kanunun yapısındaki yeri ve diğer maddelerle olan bağlantısı göz önünde tutularak uygulanır. Vergi hukukunda, kanuna uygun olarak biçimlendirilen muamelelerin bu biçimselliğinin ötesine geçilerek gerçek mahiyetinin araştırılması esastır. Vergilendirme işlemlerinde olay, gösterildiği ya da gösterilmek istenildiği şekliyle değil, gerçek yönüyle ele alınacak ve buna göre gerekli işlemler tekemmül ettirilecektir. Şüpheli alacak karşılığı müessesesinden faydalanan mükelleflerin kendilerine verilen bu hakkı kötüye kullanmamaları yani şüpheli hale geldiği için karşılık ayırdıkları dava açılan veya icra takibine başlanılan alacaklarının takibini ciddi ve inandırıcı olarak sürdürmeleri gerekir. Aksi takdirde alacağın sahibi için arz ettiği değerin düştüğü yani alacağın şüpheli hale geldiğinden söz edilemez. Nitekim, Danıştay 4’üncü Daire’nin 28.02.1970 tarih E:968/3910 ve K:970/1064 sayılı kararında “İcra takibine başlanmakla beraber icra işlemine devam edilmeyen alacak şüpheli alacak sayılmaz.” denmiştir. Mükellef sübjektif bir değer taşıyan iradesini yani kendisi için şüpheli alacağın arz ettiği değer olan tasarruf değerini, bu alacağı ciddi biçimde takip ederek, bunun bir şekli başvurudan ibaret olmadığını dış dünyada kanıtlamalı yani objektifleştirmelidir.
Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’un 24’üncü maddesinde sözleşmeden doğan borç ilişkilerinde tarafların hangi ülkenin hukukuna tabi olacaklarını seçebilecekleri belirtilmektedir. Eğer bir belirleme söz konusu değil ise, davanın borçlunun bulunduğu yerde açılması gerekmektedir. Bu kapsamda, alacak ile ilgili olarak Türk mahkemelerinin yetkili olduğuna dair bir anlaşma yapılmamış olması durumunda, alacak ile ilgili Türk mahkemelerinde açılmış dava yurtdışındaki müşteri için bağlayıcı olmayacaktır. Bu nedenle, alacağınızın takibinin ciddi ve inandırıcı olarak sürdürüldüğünden bahsetmek mümkün olmayacaktır. Ancak, Türkiye Cumhuriyeti ile yabancı ülkeler arasında yapılan hukuki konularda adli yardımlaşma anlaşmaları ile ülkelerin birbirlerinin mahkeme kararlarının tanınması ve tenfîzi hususları belirlenebilmektedir. Bu nedenle, borçlu firmanın bulunduğu ülke ile Türkiye arasında yapılmış olan bir anlaşma mevcut ise, Türk mahkemelerinde açılmış dava alacağın takibini ciddi ve inandırıcı olarak sürdürüldüğünü gösterecektir. (GÜNCEL & LAVIALE TÜRKİYE)

Yorumlar